Ayrıldıktan bir süre sonra, siz ve o....
Neden hep böylesiniz? Herkesten önce uyanmayı seviyor gibisiniz ama sizin sorununuz zamanınızı kullanamıyor oluşunuz. Sadece uyanıyorsunuz ve sonra sadece bekliyorsunuz. İşte yine öyle bir gün, güneş ayak parmaklarınızı ısıtıyor, tam ensenize yükselen bir sıcaklıkla çıkartıyorsunuz kollarınızı pikenin altından. Koltukaltlarınızda hafif bir ter, esintiyi hissedebileceğiniz türden. Şu an bir yerlerde horozlar ötüyor diyorsunuz, duyduğunuz korna sesine istinaden. Hayret gerçekten, bu saatte neyin kornası bu diye söyleniyorsunuz. Siz pek söylenmezsiniz. Küfür ise hiç etmezsiniz ama gerçekten bazen o kadar çok yaklaşıyorsunuz ki, kontrolünüzü nasıl sağladığınıza şaşırıyorsunuz. İşte sustu diyorsunuz, saat kaç peki. Henüz 7'ye geliyor. Sabahın körü yani. Alarm çalmadan açmışsınız gözlerinizi yine. Başınızda dünden kalma bir ağrı. Çok ağladınız, kesin gözleriniz de çok şişmiştir aynaya bir süre bakmasanız daha iyi olacak ama biliyorsunuz ki az sonra şişmiş gözlerinize acıyacaksınız aynada, siz kendinize acırsınız, sık sık. Ne yazık.
---
hayal meyal hatırlıyorsunuz telefonun çaldığını. çalarak sustuğunu ve sonra bir daha uzun uzun çaldığını. ekranda adını görmüştünüz ve o yüzden açmamıştınız. şimdi olsa yine aynısı yapardınız ama şimdi ve şu anı ayıramayacak kadar sarhoşsunuz. hala. uykunuzu bölen bu düşünceden hemen şimdi vazgeçmeniz gerekiyor çünkü henüz günün aymadığını sanıyorsunuz. aydı mı yoksa? bir işiniz var mıydı bugün, verdiğiniz bir söz? yoktu tabi. neden olsun ki. bir süredir hiçbir şey yapmıyor oluşunuz ile ünlüydünüz. bugün ne yapıyorsun diye soranlara hiç diyordunuz, bir şey yapalım diyenlere ise sonra, sonra görüşürüz diyenlere ise bakarız. üç kelimenin etrafında dönüyordu hayatınız, bu kadar az konuşan bir adamı neden arardı kadınlar, siz de şaşırıyordunuz. aslında sessiz biri sayılmazdınız, sadece kendinizle konuştuğunuz için insanlar sustuğunuzu zannederdi. başkalarını dinler, kendinize yanıtlar verirdiniz. anlayışlı bir dost iyi bir aşık olmayabilirdiniz ama kesinlikle çok iyi sır saklardınız, sizce kadınlar sizinle sırdaş olmayı severdi, paylaştıkları bedenleri olsa bile. bir kişi hariç. yine başınıza o tanıdık ağrı saplandı. neyse dediniz ve döndünüz solunuza. içiniz geçmeden önce o düşünce belirdi yatağınızda yanı başınızda, sahi dün akşam neden o kadar ısrarla sizi aramıştı? siz aranmazdınız ki.
---
aynadaki ben miyim gerçekten diye sordunuz. şaşırdınız. bir insanın bu kadar ağlayabiliyor olması çok saçma geldi bir an kulağınıza. gözleriniz kan çanağıydı ve allah kimseye vermesin diyecek kadar da gözaltı torbalarınız vardı, işaret parmağınızla dokundunuz, içleri dolu doluydu, gözyaşları akıp orada mı birikmişti acaba ? aman bu ne saçma düşünce dediniz. soğuk su ile yüzünüzü yıkadınız. kollarınızdaki tüyler diken diken oldu. şunları da neden aldırmadım, yırtıcı bir hayvan gibi geziyorum etrafta dediniz. sonra da güldünüz halinize, sizden olsa olsa peluş ayı olurdu. banyo aynasına yazdığınız tüm o olumlamalar etkisini göstermiyordu işte, yine güne kendinize yüklenerek başlamıştınız. çirkin değildiniz de aslında ama neyse, duşu açtınız. bir kaç adım geride durarak ısınmasını beklediniz. damlalar üzerinize sıçrıyordu, biraz daha gerilediniz. elinizi uzattınız, onca doğalgaz faturasına rağmen bu su neden bu kadar geç ısınıyor diye söylendiniz. tam ayağınızı küvete atacaktınız ki aklınıza geldi, bir şarkı açıp öyle gireyim duşa dediniz. gayri ihtiyari elinizi kapının arkasına uzattınız, bornozunuzu giyecektiniz, vazgeçtiniz. kim görecekti ki sizi. kim...
---
Alo! İyiyim ya , yeni kalktım dediniz. Nasıl da beyninize işliyordu sesi. Düğün davulcusu gibi. Bir şeyler diyor ama uğultudan duyamıyordunuz. Soru soruyor sanki, peki deseniz kurtulur muydunuz acaba? biraz daha uyusanız iyi gelecekti ama yok diyor, kalk artık. hatırlasanız da hatırlamasanız da söz vermişsiniz bir kere, gidilecek illa ki. Saati sordunuz, öğleden sonra 3 dedi. Bir an yanlış mı duydum acaba diye bir durdunuz, cevabı sindirmeniz bir kaç saniyenizi aldı ama yine de kaç dedin kaç diye sordunuz. Tekrar etti, 3 dedi yine. Başınızı iyice gömdünüz yastığınıza, bu kaçıncıydı ya? Kaçtır sızıp kalıyordunuz böyle? Haklıydı adam, peki dediniz en nihayetinde. kalktım kalktım. Telefonu kapattınız. Önce ayaklarınızı yataktan aşağı sarkıttınız, zemindeki taşların soğuğu ile ürperdi içiniz, kollarınızı ovuşturdunuz ve ellerinizi dizlerinizin üstüne bıraktınız, kafanızı kaldırmak nasıl zor geliyordu. Şöyle bir yeri taradı gözleriniz. Çoraplar komodinde, tişört ise ölü bir insan gibi uzanıyordu yerde. Perdeyi iyi çekememişsiniz, açık kalmış bir köşesi oradan delip geçecek gibi sızıyordu içeri tam gözünüze vuruyordu güneş. bütün evren bir olmuş kalk diyor size, kalk da kendine gel. yeter yattığın..
----
daha iyisiniz. duş iyi geldi. acısı genzinizi yakan kopkoyu, zift gibi olmuş dedirten bir kahve içtiniz, biraz da televizyon izlediniz. aslında hiç izlemesem de olurdu onun yerine kitap okuyabilirdim dediniz nedense hiçbir işi olmayan insanların yaptığı bir şey gibi geliyordu kitap okumak size, aklınıza darmadağınık eviniz geldi, vazgeçtiniz. saatlerce öyle boş boş televizyona baktınız. Telefonunuz çaldı, acaba o mu diye düşündünüz. derin bir nefes alıp öyle baktınız ekrana, hay aksi , Selin'di. Hayırdır ? diyerek açtınız. Görüşelim dedi, içinizden de hiç gelmiyordu geçiştirmek istediniz, anlatacakları olduğunu söyledi hem Hande de gelecekti, bunu kaçırmamanız gerekiyordu çok canı sıkkındı yine Eren ile takışmışlardı. Yok yok telefonda olmazdı, ille de yüz yüze anlatacaktı kim haklı kim değil söyleyecektiniz ona. Dışınız peki geliyorum dedi, içiniz "bunlar ne zaman ayrılacak?" diye sordu. Telefonu kapatıp hazırlanmaya başladınız. Giyebileceğiniz üç temiz bluz ve bir temiz kot buldunuz. Bluzlardan ikisi o kotla olmazdı, mecburen sarı olanı giyecektiniz. Aman çok da önemli değil deyip çıkarttınız pijamalarınızı, nasılsa kimse yok evde deyip koltukaltınızı kokladınız, iyiydi bir fıs deodorant ile iş tamamdı. giydiniz, oldu böyle yakıştı bu bluz size. açıkçası makyaj pek bir işe yaramadı, siz de farkındasınız. gözlük takarım ben de dediniz. hay aksi gözlüğü bulamadınız. neden hep kaybediyorsunuz? bu bir gözlük bile olsa...
---
kaşlarınızı kaldırdınız yukarı ve dudaklarınızı sıktınız derin bir nefes alıp. ellerinizle dizlerinizden güç alarak doğruldunuz. şöyle bir elinizi belinize alıp hafiften geriye doğru esnediniz. belki aylardır tek hareketiniz bu'ydu, esnemek. bugün de öyle yaptınız. esnek bir insansınız aslında. ne demişti en son, boğuyor muydunuz onu? hayatının kontrol altında olduğunu söyleyerek bırakmıştı sizi. kafası nereye eserse oraya gidecekti. daha esnek olmalıydınız, hayatı bu kadar ciddiye almaya değmezdi. Değmedi zaten dediniz sessizce, kimse duymadı. siz bile ağzınızdan çıktığına emin olamadınız bu cümlenin. Keşke aramasa bir daha diyecektiniz ama gerçek olur endişesiyle diyemediniz sadece içinizden geçirdiniz. bir an telefonu da mı alsam diye düşündünüz duşa giderken, sonra vazgeçtiniz. hızlıca girip çıkacaktınız. telefon yine çalmadan.
---
ne güzel herkes burada diye hayıflandınız içinizden. pişmandınız. gelmekten de gitmekten de. zamanı geriye saracak olsanız gitmek istediğiniz o kadar çok geçmişiniz vardı ki hangi birine döneceğinizi bilmiyordunuz. kısaca selamlaştınız. gittiğinizde başlamışlardı, Eren ve Eren'e dair her şeyin tam ortasında dahil olmuştunuz konuya. Yabancılık çekmediniz, kimse de başa almadı konuyu. Eren hikayenin en başında da kötüydü, en sonunda da. Aralarda da iyi olacağı yoktu. Hı hı, evet, peki sonra, ee dediniz. Ne kadar iyi bir arkadaştınız. Keşke kot yerine tayt giyseydiniz, her şey sıkıyordu bu aralar sizi. Saçınızı da toplayabilirdiniz, enseniz terliyordu, şu güneş sabahtan beri peşinizi bırakmıyordu. Nasıl , ha, yok dinliyorum dediniz. Ama dinlemediniz.
-----
geldim geldim dediniz, iki dakikaya oradayım, park yeri arıyorum. burası da hep otopark mafyası ile dolmuş diye söylendiniz kapatırken telefonu. şu hale bak, sağlı sollu park etmişler hareket edecek yer kalmamış, dönecek yer de yok mecburen sokağın sonuna kadar gideceksiniz, size kalsa bu cafeye gelmezdiniz ama size sormadılar. böyle şeyleri size hiç sormazlar çünkü size kalsa hiçbir yere gitmemek daha iyi , bunu bilirler.
---
- peki sen de mi en dibe daldın?
diye soruyordu Madrigal. İyi soru, gerçekten. Şarkı da güzelmiş. Sevdiniz. Güzel bir öğleden sonra, hafiften güneş vuruyor yüzünüzün sol yanına, kafanızı sırf bu yüzden çok kaldıramıyorsunuz ama kulaklarınız masada .. Hak veriyosunuz, söyleyecek sözler biriktiriyorsunuz, ilk fırsatta söz sırası size gelince söyleyeceksiniz fikrinizi ama şu an değil çünkü bir yandan ucu çıkmış ojelerinizi kazıyorsunuz tırnaklarınızdan. Eve gidince asetonla da üstünden geçersiniz bir kez. Kırmızı mı sürseniz yoksa bordo mu? Bembeyaz ellerinize ikisi de yakışır nasılsa. En iyisi yarın ne giyeceğinize karar vermek, ona uygun bir renk seçersiniz. Yeni aldığınız beyaz ayakkabı ile sarı etek iyi gider aslında , yeni dediysem de biliyorum tabiki geçen sene indirimden almıştınız ama öyle güzeldi ki bir türlü giymeye kıyamadınız. Yarın giyseniz iyi olur ama önce hava durumuna bakacaksınız, yağmur yağacaksa boşuna risk almaya gerek yok. İyi düşündünüz bunu. Bir yudum daha bira içmez miydiniz? Hayırdır, ne oldu, biri mi geliyor , kim peki? Amaan şimdi ne gerek vardı onun arkadaşına, hatta ne gerek vardı bir adama?
Neydi adı Umut mu ? Geldi işte...
---
Bu ne kalabalık ya dediniz. Kimse kimseyi duymaz burada. Başka yer kalmamış sanki koskoca şehirde. Ne meraklı millet böyle dip dibe oturmaya. Hemen bıdırdanma hadi bizi bekliyorlar dediler. Ayaklarınız ileri ruhunuz geri kaçtı. Üstünüzü yokladınız, telefonunuz iç cebinizdeydi, yine çalarsa diye sesini açtınız. Aramasını beklemiyordunuz, tahminen ayılmıştı ve pişmandı , siz onun pişmanlığıydınız. Böyle düşününce bir an vazgeçtiniz, sessize aldınız. Tüm bunlar olurken yürümeyi nasıl başarıyordunuz acaba? Ayaklarınıza baktınız, sizi yürüten uzuvlarınıza. Beyninizden farklı çalışan yere. Kendinize hükmedemeyişinize. Yumdunuz gözlerinizi, bir nefeslik. Ve gülümseyerek açtınız, hadi şimdi selam verme zamanı.
---
Oradaydı.
Kahverengi ceketi dağınık saçları ve kararsız duruşuyla, gelmeyi ve gitmeyi beceremeyen karmaşıklığıyla, bedeniyle, bekleyişiyle oradaydı. Umut'un arkasında. Omzunun gerisinde. Yüzünde kalabalığın acısı, dudaklarında o hiç unutmadığı idare edişiyle, kapının önünde dimdik duruyordu ayakta. Gelmişti, çağrılmadığı yere. Arandığında açmadığı telefonunu tutuyordu elinde. Hani defalarca çalan, çaldıkça kapanan. Görmemiş gibi yapamazdı, çünkü görebileceği kadar hayattaydınız.
----
Oturuyordu, sandalyede. Yanında hep çok konuşan arkadaşlarıyla. Güzel değildi, sarı hiç yakışmamıştı, sevmezdi de. Mesafeye rağmen el sallıyordu gözündeki acı. Geceden kalma kederi parıldıyordu dağınık saçlarında. Çabasızdı , özensiz ve savruktu. Güzel değildi evet ama nasıl bu kadar güzeldi? Kaçıramadınız gözlerinizi. Baktığınızda gördüğünüz herkesinkinden daha farklıydı. İçinizden bir kol uzandı ona doğru ve sarıldı omzuna. Kalbinizde bir hasret sancısı, açılmamış telefonun pişmanlığı.
Ölmeyi düşleyecek kadar yaşıyordunuz işte
----
Dümdüz yürüdü, bakışları yerde.
Onca zamandan sonra ilk kez bu kadar yakındınız birbirinize. Çaktırmadan bir nefes çektiniz içinize, uzaktan gelen kokusuna hasretle. Yaklaştıkça savruluyordunuz geri. Herkes size mi bakıyordu yoksa sizin kimseye bakacak yüzünüz mü yoktu? Hayat ne garipti. Bir kaç adım önce size gelirken, iki adım sonra sizi geride bırakacaktı, sizin onu bıraktığınız gibi.
Geçip gidiyordunuz işte hayatlarınızdan.
---
Bastığınız yer, yer değildi. Dizlerinizden aşağısı yoktu, batıyordunuz, derine. Her adımda biraz daha boğuluyordunuz. Geçip gidilen olmak isterdiniz ama hayat size geride bırakma hakkı tanımıştı, en dibe dalıyordunuz... en dibe.
----
durdunuz. yutkundunuz acıyla.
----
gittiniz. hiçbir şey yokmuşçasına.
----
güneş vuruyordu yüzünüze. elinizin tersiyle saçınızı attınız geriye. ve döndünüz arkadaşlarınıza, peki sonra?
----
güneş kalmıştı arkanızda. ellerinizde buz gibi bir ter, gel gel dediniz geldim işte , ee naber?

Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilDön bak arkana demiş şair, Yanındayım diyen kaç kişi var. Güzel yazı teşekkürler.
YanıtlaSil