... Ölümünle.
“Günaydın”
diyorum ölümüne.
“Buradayız işte, yeniden. Günlerden 11’i
Ağustos’un. Sıcak hava. Gerçi dün hafif çiseledi biraz ama serinletmedi
yangınlarımızı. Olur öyle. Örtüveriyorum öyle gecelerde üstümü. Gece demişken, Sevda aramış üç kez. Bir de mesaj atmış, beni
sormuş. İyi miymişim acaba, ne yapmışım eşyalarını ayıklamayı. Verecek miymişim
onun kapıcısına. Zahmet etmeyeymişim, Ahmet’e alo desem gelir alırmış, hem onca
yol taşınır mıymış öyle elde torba torba, kimbilir ne ağırmış onlar. Kimbilir
sahi, ne ağırdır bunlar bana? Az evvel okudum işte ben de. “Ölümüne giydirdim
hepsini” diyemedim, ben de gittim çay koydum ocağa. Hamdi Efendi de az sonra
çalar kapıyı “ablam al, en tazesinden ekmeyin ile gasteni getirdim sana” der.
Üç beş bir şey sıkıştırırım avcuna, “Eksik olma Hamdi beyciğim” derim. Okumam elbet, kapıyı kapattığım gibi atarım
gazeteyi diğerlerinin arasına. 11’i Ağustos’un çünkü, gerek yok başkaca
havadise.
İki bardak
çay yetiyor bize. Benimki açık, ölümününki demli. Beş zeytin bana, yedisi sana.
Ben yumurtamı tam haşlanmış seviyorum, seninki illa kayısı olacak kaynar sudan
ilk seninkini çıkarıyorum, tam üçüncü dakikasında… Ekmeğin ucu bana, ortası
sana. Dışarda kuş sesi, içerde ölümüne sessizlik. Lokmalarımı duyuyorum
ağzımda. Büyüyorlar, döne döne. Yutkunuyorum. Göz göze geliyoruz ölümünle.
“Yavaş ye hanım” diyorsun bana. Karışma işime dercesine bakıyorum. Aramızda
tatlı bir gerginlik “aman aman tamam sustum” diyorsun, oysa demene gerek yok, sustuğunu
zaten biliyorum. Cümlesiz konuşuyorum yokluğunla. Boş sandalyene bakıyorum,
ıslanmamış diş fırçana, bardakta soğuyan çayına, burnumu çekiyorum, esiyor
ölümün soğukluğu aramızda.
Geçen gün
diyorum, söze başlarken.
Fotoğraflara
baktım. Geçmişten o güne, o günden bugüne… Yanak yanağa vermişiz bazısında,
birinde elin bacağımda, sonra yanağımı tutmuşsun yüzünde kocaman bir
gülümsemeyle, gözlerimde bir mahcupluk. Diğerinde hafif eğmişim başımı yana,
gözlerin uçuşan birkaç tel saçımda. Bir elin havada, hizaya sokacaksın tüm
dağınıklığımı sanki. Yanaklarımda temasın heyecanı. Öyle durmuşuz tarihin bir
anında, zamanın en genç saniyesinde. Ben belki on dokuz sen de herhalde yirmi
iki. Sanki sonsuza dek yaşayacağız, çoğalacağız, gitsek bile geride bizden biri
kalacak hep, yirmi yıl sonra doğacak bir kız çocuğu ve saçları benzeyecek bana
ninesine benzedi diyecekler arkamızdan, oğlanların hayta gülüşü senden miras
kalacak, dedesi de diyecekler ne canlar yaktı bir vakitler.
Ne vakitler…
Bulursam
göstereceğim sana da tüm o deli cesaretlerimizi. Evden kaçıp Ağva’da
konakladığımız geceyi, sabahına abimin sizinkilerin kapısına dayanmasını. Herkes
küsecek bir gecede bize. Aşk toyluğumuza yakışacak, bilmeyecekler. Gözlerin
gözlerime fısıldayacak “hallederiz” diye. Hallolmayacak. Gün gelecek bir omuz
silkeceğiz kapısını örtüp sırtını dönenlere. Ben seni, sen beni bileceksin aile
diye. İki kişiden, bir senden bir benden oluşan. Sen bana bakacaksın, ben sana.
Hiçbir zaman tam olmayacağız ama eksik de hissetmeyeceğiz. Didişeceğiz , bazen
birkaç tabak kırılacak, kapıları vuracağız, odalara kapanıp ağlayacağız, “sabahına
bitti bu iş “ diye uyuyup kahve kokusuna uyanacağız. Tatile gideceğiz.
Akyaka’ya mesela. Sonra Datça’ya. Üşüyeceğim. Bir çırpıda dalıp gelip beni
bulacaksın buz gibi suda. Çadır kuracağız seninle vadiye. Gece cırcır böcekleri
öterken ince bir şal bırakacaksın omuzlarıma, yıldızlara dalıp gideceğiz,
zühreyi arayacak gözlerimiz, dilekler dileyeceğiz. Kimi olacak, kimine vakit
yetmeyecek. Önce bir kedi gelecek eve, sonra bir kedi daha. Ben reçel yapacağım
yazları, domates kaynatıp kaldıracağım
kış için… Çorapların kalacak kırlentin arkasında, bamya yemeyeceksin, dolmayı
çok seveceksin. Söyleneceğim perdeleri asmadın da bana bıraktın diye, konu
komşudan çekineceksin. Geciken faturalarımız olacak, kirayı zor
denkleştireceğiz gün gelecek, ev sahibi çıkın diyecek bize, rica minnet
anlaşmaya çalışacağız. Bayram sabahları olacak, elini uzatacaksın bana.
Öpmeyeceğim. Kabul etmeyişime takılacaksın. Ne ben vazgeçeceğim inadımdan ne de
sen, iki çatallı iki tabaklı sofralara oturup kalkacağız, uzaklardan havadisi
gelecek bizimkilerin, başka odalara çekilip üzüleceğiz. Ama bir gün. Tek bir
gün pişman olmayacağız.
Her akşam
eve dönüşünü bekleyeceğim tekli koltukta. Saate bakacağım,yediye yaklaşırken
kalkıp saçımı tarayacağım. Boş omuzlarıma düşecek saçlarımın dalgası, en
sevdiğin çiçekli kokumdan iki fıs sıkacağım boynuma.. Belki bir ruj. Zili
çalmanı bekleyeceğim. Gecikmeyeceksin. Genelde hep aynı saatte geleceksin. Önce
116 numaralı otobüs geçecek duraktan. Sonra Nezahat hanım çöp çıkaracak elektrik
direğinin altına, bakkal eli cebinde kaldırımda bir sigara yakacak kendine,
mahallenin bıçkın delikanlıları kavgaya koşacak, pencerenin altında bir kadın,
ince bluzu kısa eteği ile birini bekleyecek ya da birilerini ne bileyim belki
de hepsini. Bileceğim, göreceğim, ses etmeyeceğim tüm bu çirkinlikler seni bana
getirecek, bileceğim. Sonra köşeden görüneceksin, elinde ekmek, kolunun altında
incelmiş bir gazeteyle. Gözün yerde yürüdüğün yolu izleyeceksin. Elin zile dokunmak için kalkacak, çalmasını
bile beklemeyeceğim.
Hoş
geleceksin. Her gün , her gece, bir yolunu bulup sen bana geleceksin.
11’i olan
Ağustoslar hariç.
Anlayamayacağız,
sokağın köşesinde elinle tuttuğunda kalbini.
Nezahat
teyze çöpünü çıkaracak yine, bakkal geldiğin yöne doğru bir nefes çekecek
sigarasından, ben saçımı omzumdan dökeceğim, bıçkın delikanlılar başkasının
anasına söve söve geçecek pencere altından, o kız çekiştirecek eteğini sen tam
o esnada bir elini dayayacaksın elektrik direğine. Sonra dizin vuracak yere.
Çöpün yanına kapanacaksın. İki büklüm. “Ayy” diye bağıracak koca kadın, bakkal
atıverecek sigarasını yere , burucak ayağıyla izmariti. Koşuverecek yanına. Tam
başkasının bacısına öyleli böyleli konuşurken delikanlılar “ambulans” diye
bağıracak o kız. Ben pencerede bakacağım. Sana, pencereden düşen kendi
yansımama… Aynı anda iki kişi ölecek. Birlikte.
Irsi
diyecekler sonra. Kader ve mukadderat. Takdir-i ilahi ve olan ile ölmüşe
olmayan çare… Arama motoruna yazılmışçasına telkin ve teskin edileceğim.
Sen
öleceksin. Ben yaşayacağım. Kalanlarımla. Yıkayıp kuruttuğum çamaşırlarınla,
taraktaki birkaç tel saçınla, son sabah doldurduğun kare bulmacanla.
Anlıyorsun
değil mi?
Yokluğun
gelip oturacak koltuğa, uyuyup kalacak ölümün, bir battaniye atacağım üzerine,
parmaklarımın ucunda çıkacağım odadan televizyonun sesini kısıp, kışları
kaloriferi daha çok yakacağım üşümesin diye. Yaz akşamları balkonda karpuz
–peynir yiyeceğiz, magazin izleyeceğiz onunla… arayanlara “iyiyim” diyeceğim.
Tek bir gün
hariç.
Bugün.
Çünkü bugün,
İnceden bir
pike çekip üstüme giriyorum yatağa,
Yatağın sen
tarafı boş,
Ölümün biz
tarafı çoktan koydu başını yastığa..
Tam dönerken
sağıma bir esinti hissediyorum ensemde. Çıplak omzumu yokluyorsun.
Uçuşuyor
içimde hasretin hüznü.
İyi geceler
diliyorum.
Sözleşiyoruz.
Sessizce.
Ne zaman
bilmem ama,
Bir vakit,
Kavuşmak
üzere.

Yorumlar
Yorum Gönder