Bir kol kalktı bize, uzaktan...
-
Söyler misin, tam ne zamandır terk etmek
istiyorsun beni?
Diye sordu.
-
Şeyden önce mi, yoksa sonra mı?
Vereceğim yanıtın neyi değiştireceğinden emin olamadan
baktım yüzüne. Şakakları hafif beyazlamış saçlarına, göz kenarındaki endişeli
kırışıklıklarına, dudak içindeki etlerini kemiren ağzına. Hani bir zamanlar,
bilirsiniz ya utangaçça baktığım o güzel ağzına.
-
Hayır, onunla alakası yok. Sanırım bir süredir
zaten bitmişti de ben anlamaya çalışıyordum bittiğini.
Dedim. Biliyordum yetmeyecekti bu cevap ona. Bu yüzden
sordu.
-
Neyin bittiğini Allah aşkına, neyi bitirdin sen
bizde?
Neyi sahi? Dedim içimden… Bakışlarım indi ellerine. Tüm
İstanbul’u bana gezdiren, en soğuk Şubat gecelerinde beni iki avcunun arasına
alan, geceler boyu sırtımda dolaşan, ince uzun parmaklarına takıldı gözüm.
Tırnak kenarlarındaki etleri yoluyordu şimdi. Biraz kanlı.
-
Bizi , biz yapan o şeyi. Bütünün diğer
parçasını. Beraber düşünebilme yetisini. Bir şeyi tadarken, denerken, görürken “
o da yemeli, o da görmeli, o da gelmeli” hissini yitirdim ben. Bir “anın”
eklentisi olan bizi değil, birbirini dik ve bütün tutan bizi kaybettim.
-
Ben neden göremedim bunu, ben neden yolun sonuna
ışınlanmış gibiyim , şimdi , şu ana nasıl geldik, onu söyle!
Onca yalnızlığı ben bir başıma yürüdüm. Bir sabah kalktım ve
evden kendime giden ilk vapura sensiz bindim. Giydim ayakkabılarımı, en pişman
yolları geçtim. Sen “nasılsa geçer” dediğin her rüzgarda, ben kilometrelerce
öteye savruldum. Diyemezdim.
-
Ben de bilmiyorum , inan. Sadece artık bittiğini
hissediyorum.
Dedim sana. Titrek parmaklarını geçirdin saçlarının
arasından. Hafif terli avuçlarının arasına aldın başını. Şakaklarını ovdun
hafiften, kapattın gözlerini. Bir film şeridinin içinden birkaç sahne
ayıkladığını biliyordum. Bir an bulacaktın ve işte tam o an bitirmeye karar
verdiğimi zannedecektin. Tek tek dolandın kavgalar arasında, bulduğun her
kapıyı açtın, her delikten içeri baktın. Neredeydim, neredeydi bu ayrılığın
kararı.
-
Emin misin?
Değilim açıkçası. Nasıl olayım? Tam on yıl bırakıyorum sana.
İyisiyle kötüsüyle. Onlarca arkadaş, birkaç mekan, kokoreçi güzel tezgah,
kahvesi iyi köşe başları kalacak sende. Yeni yollar bulmam gerekecek, gözümün içine bakınca “kahven geldi abla”
diyen çocuklar seninle devam edecek , ben gittiğim yerlerde menü isteyeceğim.
En doğru seçimi bulana kadar deneyeceğim. Bugün kahveyi, yarın bir evi, başka
bir gün bir adamın kalbini. Yerleşecek bir köşe bulacağım kendime, bir sandalye
çekip oturacağım manzaranın en güzel yerine.
-
Çok düşündüm inan, doğrusu bu. Yıpratmadan
bitirelim.
Dudağının kenarında bir kinaye beliriyor işte, kafanı yana
yatırıp içinden bir sabır cümlesi geçiriyorsun. Hangi kelimeye takıldığını çok
iyi bilsem de sesimi çıkartmıyorum. Sen de susuyorsun. Dişini geçirerek üst
dudağına…
-
Benden hep büyük şeyler yapmamı bekledin.
-
Hayır, sen senden büyük şeyler yapmanı bekleyen
bir kadın ile büyük şeyler yapabileceğine inandın ama yaptığın herhangi bir
şeyin, seni seven biri için ne kadar büyük olabileceğini görmedin.
Ama bu da değildi ayrılığın nedeni. Akıtan bir musluktuk biz evyede iz bırakan, geceyi aşındıran bir şıp sesiydik, kesilmeyen. Çelimsiz,
sevimsiz. Yılmaz Erdoğan’ın kitabındaki o iki gözlüklünün öpüşme çabasıydık. Biz,
pompalanamamış bir tıkanıklıktık hayatımızda. Bir dedenin ritim bozukluğu, bir
ninenin unuttukları, bir çocuğun kanayan diziydik ya da.
-
Peki.
Dedin evet sadece o kadar , “peki.”
Bir uğultu dolaştı sokaklarımda, bir köpek uludu ağacımın
dibinde, derken bir kedi geçti çalıların arasından, kendi gecemin en tekinsiz
saatinde bir bavul ile kaldım kapının önünde , üstüm ince, saçlarım
toplu, ellerim buz.
-
Peki
Dedim ben de, elim çantamda. Burnumun ucunu kırıştıran bir
gülüş yerleşti yüzüme. İkimiz de aynı anda kalktık ayağa. Ben doğruldum, sen
tutundun masaya. Hemen oturacak gibi, gitsem de kalacak gibi. Arkamdan bakıp, zihnindeki ilk durakta beni indirecek gibi.
“Bekleme” diyemedim , bana uzanan veda yüklü elini
tuttum.. Yakacak bir ocak gibi, yanan mumun alevinden parmaklarımı geçirir
gibi, en sevdiğim şarkı için çakmağımı yakar gibi.
Denizin üstünde bir vapurun sesi geldi , girdi aramıza.
Bir kol kalktı uzaktan bize.
Bir sağa bir sola sallandı.
Bir çocuk babasını işe uğurladı,
Bir anne evindeki son yumurtasını kırdı,
Bir mezar kazıldı o esnada, içine biri sevdiğini koydu.
Derken bir çocuk doğdu.
Kimse ölmemiş, kimse terk etmemiş, kimse sevmemiş gibi.
Bir el, yeni bir sayfa çıkardı çekmeceden, başladı en
baştan, yeniden..
R.

Yorumlar
Yorum Gönder