LEYLA...
Hiçbirimiz şaşırmadık onu kapıdan çıkarken gördüğümüzde.
Bize sorarsanız, geç bile kalmıştı.
Nasıl desem, eğer bu bir film olsaydı, dayanamayıp çoktan sona sarmıştınız,
Oysa ;
her şey yavaş yavaş yaşandı.
Onun adımları dışında...
O gün oradaydım...
Giderken ona bakıyordum.
Sanki az önce gitmiş gibi aklımda kapıyı çekerken geriye uzattığı kolu.
Ne zaman bir kapıyı kapatsam, sanki o da kapatır benimle.
Tüm gitmeler, onunki kadar şairane değil
Zaten terk etmek, herkesin harcı değil.
Sahi ismini söylemedim size..
Adı Leyla'ydı.
Şu geride bıraktığı ise çocuğu.
Kocasını az sonra konuşacağız.
Oturmaz mısınız?
Leyla,
Her hikayenin en güzel kızı.
Bizim mahalleye göre sonradan da 'kadını'...
Onun hayatını biraz uğraşırsak "Öncesi ve sonrası" diye ikiye ayırabiliriz.
Bir tarafa 1.65'lik boyunu - uzun kumral saçlarını koyarız,
Diğer tarafa da az evvel ağlayan kız çocuğunu.
İnanın hikaye bir yerde sizi de cezbedecek ama biliyorum henüz değil.
Leyla gittiğinde 32 yaşındaydı.
Bu nedenle de hep 32 kaldı.
Yaşlandığında nasıl göründüğünü bilemiyoruz.
Zaman zaman aramızda konuşuyoruz fakat onu öyle hatırlamak sanırım hepimizin daha çok hoşuna gidiyor.
Üstelik hiç değişmeyen şeyler var ; mesela nerede yenidoğan bir kız çocuğu görsek "ah keşke büyüdüğünde Leyla gibi güzel olsa" diyoruz. Ama kaderi benzemesin, değil mi ?
Bir çay daha?
Leyla,
Açıkçası pek tahsilli değildi.
Zaten tahsil kelimesi o zamanlar bir üst mahallemizdeki Ayfer teyzenin kızının sırt çantasıydı.
Bu yüzden başrollerinde yakışıklı bir aktörün oynadığı filmler genel olarak tüm annelerin yastık altı duasıydı. Hayırlı bir koca, hayırlı bir torun ve hayırlı bir kaç torun daha. Mümkünse doktor...
Tam olarak Leyla'nın da kaderi öyle oldu.
Ayfer teyzenin kızının sırt çantası, Leyla'ya yakışıklı, sırt çantalı ve efendi bir genç getirdi.
Tabi bu daha tanışma faslı, çünkü az sonra Leyla'yı dövecek genç de aynı kişi ; Erhan...
Erhan;
Mahallemizdeki her kadının Tanrı'dan ufak bir dileği.
Yanlış anlaşılmasın, kimse onun gibi bir koca istemez. Erhan herkesin yasak aşkı!
Uzun boylu, esmer, çapkın gülüşlü.
İkisinin yan yana gelmesi, inanın hiçbirimizi şaşırtmadı.
Bu nedenle de düğünlerinde herkes kan ter içinde kalana kadar oynadı.
Erhan, başlarda o kadar iyiydi ki...
Leyla ile Erhan'ın hikayesi
Aslında tam bu noktada başlamıyor.
Bir dakika, şuraya yazmıştım.
Bir gün unutursam diye not almıştım.
buldum!
Hah sahi, evet.
Erhan, Leyla'yı aldattı.
Üstelik, dilimizi bilmeyen bir kadınla.
Leyla kadar güzel olup olmadığını hiçbir zaman bilemedik.
Çünkü Leyla, aldatılmayı o kadar güzel göğüslemişti ki, ihanet yakasındaki zümrüt taşlı bir broş gibiydi.
Kocasının gittiği her kadın,
Evinden uzak geçirdiği her gece
Leyla'yı daha da büyüttü.
Bazı geceler gözyaşlarını duyardık,
Öyle sessiz sessiz değil.
Hıçkırarak, bağırarak ağlardı.
Ama öyle sıkı kapatırdı ki kapılarını sarılıp da teselli etmek mümkün değildi Leyla'yı.
O ağladığında, mahallece kör, mahallece sağır olurduk.
Gittiğinde de öyle yaptık.
Soranlara "görmedik" dedik.
Oysa ben oradaydım,
Çocuğu da arkasında.
Demliğe su çekmiştim,
Çayınızı birazdan getirsem olur değil mi?
Şiddet?
Evet o da vardı.
Şöyle diyeyim hatta ...
Leyla'nın şiddet görmesi,
Bu mahallenin en büyük ayıbıydı.
Ama O zamanlar öyleydi.
Kol kırılır yen içinde kalırdı.
Leyla neyse de en çok çocuğa üzülürdük biz aslında.
Arayanları yok, soranları yok...
Başta koca yok...
Üstte başta bir şey yok...
Belki dolapları bile koca bir "yok"...
Borçtan kapanan ışıkları da bir çeşit "evde yok"luk...
Hakikaten, şimdi bile utanıyorum,
Pişen iki kap yemeği bölüşemediğimiz günler aklımıza geldikçe.
Ama yok ya! Gerçekten, suç bizde değil ; Leyla'daydı.
Öyle dik durdu ki, sanki o evin hanımı biz de onun dilencisiydik.
Onun belini büken de ne açlık ne yokluk oldu zaten.
Aldatıldığı da koymadı belki ,
Şu şiddet olmasaydı.
Erhan, koca Dünya'nın faturasını Leyla'ya ödetmeseydi..
Leyla; yine de gitmez,
O çocuk da öyle arkada kalmazdı...
Ama gitti.
Dediler ki sonradan
Çok öpmüş koklamış yavrusunu...
Bir keresinde bir ip bile geçirmiş boynuna...
Her nasılsa asamamış incecik bedenini...
Balkondan atlayacaktı dediler, atamamış ayağını...
Bir kaç kez mektup yazmış bırakmış.
Ama Leyla bu.
Annesi intihar etti desinler istememiş kızı için.
Çay getireyim mi?
Getireyim, getireyim.
Olmaz öyle kuru kuru..
Leyla, gittiğinde 32 yaşındaydı.
Kızı da 12.
Ne büyük ne küçük.
Kapıyı açtı usulca,
Elinde yalandan bir valiz.
İçine ne koysan sığmayacak,
bir insan ömrüne yetmeyecek,
akılda hep "acaba onu da koydum mu?" sorusunu bırakacak cinsten...
Arkasına hiç bakmadı Leyla, Allah var.
Nasıl açtıysa, öyle de kapadı kapıyı..
Elinin sıcağı, yüreğinin ağrısı kaldı kapının eşiğinde...
Öyle bir büküldü ki kolu geriye..
Ben gördüm...
Oradaydım...
Annem gittiğinde 32 yaşındaydı.
Ben ise 12.
Hiç anlamaya çalışmadım onu,
Çalışsam da olmazdı.
Ben annemin 1.65 boyu, kumral saçları olarak kaldım o evde...
Kızmadım,
Annemin gidişi ; yakamdaki zümrüt taşlı bir broştu...
Hıçkırıklarından süs,
Morluklarından ruj yaptım kendime...
Leyla,
Nereye giderse gitsin..
Leyla'ydı işte..
O, tüm hikayelerin en güzel kızıydı....
Bu yüzden ; şimdi öldü demeyin bana...
Henüz değil.
Şu an değil..
Anlayamıyorsunuz değil mi?
Nicedir ne annem bu kadar 32, ne de ben bu kadar 12'yim..
Ve ölüm , bu hikayenin sonu değil....
Bize sorarsanız, geç bile kalmıştı.
Nasıl desem, eğer bu bir film olsaydı, dayanamayıp çoktan sona sarmıştınız,
Oysa ;
her şey yavaş yavaş yaşandı.
Onun adımları dışında...
O gün oradaydım...Giderken ona bakıyordum.
Sanki az önce gitmiş gibi aklımda kapıyı çekerken geriye uzattığı kolu.
Ne zaman bir kapıyı kapatsam, sanki o da kapatır benimle.
Tüm gitmeler, onunki kadar şairane değil
Zaten terk etmek, herkesin harcı değil.
Sahi ismini söylemedim size..
Adı Leyla'ydı.
Şu geride bıraktığı ise çocuğu.
Kocasını az sonra konuşacağız.
Oturmaz mısınız?
Leyla,
Her hikayenin en güzel kızı.
Bizim mahalleye göre sonradan da 'kadını'...
Onun hayatını biraz uğraşırsak "Öncesi ve sonrası" diye ikiye ayırabiliriz.
Bir tarafa 1.65'lik boyunu - uzun kumral saçlarını koyarız,
Diğer tarafa da az evvel ağlayan kız çocuğunu.
İnanın hikaye bir yerde sizi de cezbedecek ama biliyorum henüz değil.
Leyla gittiğinde 32 yaşındaydı.
Bu nedenle de hep 32 kaldı.
Yaşlandığında nasıl göründüğünü bilemiyoruz.
Zaman zaman aramızda konuşuyoruz fakat onu öyle hatırlamak sanırım hepimizin daha çok hoşuna gidiyor.
Üstelik hiç değişmeyen şeyler var ; mesela nerede yenidoğan bir kız çocuğu görsek "ah keşke büyüdüğünde Leyla gibi güzel olsa" diyoruz. Ama kaderi benzemesin, değil mi ?
Bir çay daha?
Leyla,
Açıkçası pek tahsilli değildi.
Zaten tahsil kelimesi o zamanlar bir üst mahallemizdeki Ayfer teyzenin kızının sırt çantasıydı.
Bu yüzden başrollerinde yakışıklı bir aktörün oynadığı filmler genel olarak tüm annelerin yastık altı duasıydı. Hayırlı bir koca, hayırlı bir torun ve hayırlı bir kaç torun daha. Mümkünse doktor...
Tam olarak Leyla'nın da kaderi öyle oldu.
Ayfer teyzenin kızının sırt çantası, Leyla'ya yakışıklı, sırt çantalı ve efendi bir genç getirdi.
Tabi bu daha tanışma faslı, çünkü az sonra Leyla'yı dövecek genç de aynı kişi ; Erhan...
Erhan;
Mahallemizdeki her kadının Tanrı'dan ufak bir dileği.
Yanlış anlaşılmasın, kimse onun gibi bir koca istemez. Erhan herkesin yasak aşkı!
Uzun boylu, esmer, çapkın gülüşlü.
İkisinin yan yana gelmesi, inanın hiçbirimizi şaşırtmadı.
Bu nedenle de düğünlerinde herkes kan ter içinde kalana kadar oynadı.
Erhan, başlarda o kadar iyiydi ki...
Leyla ile Erhan'ın hikayesi
Aslında tam bu noktada başlamıyor.
Bir dakika, şuraya yazmıştım.
Bir gün unutursam diye not almıştım.
buldum!
Hah sahi, evet.
Erhan, Leyla'yı aldattı.
Üstelik, dilimizi bilmeyen bir kadınla.
Leyla kadar güzel olup olmadığını hiçbir zaman bilemedik.
Çünkü Leyla, aldatılmayı o kadar güzel göğüslemişti ki, ihanet yakasındaki zümrüt taşlı bir broş gibiydi.
Kocasının gittiği her kadın,
Evinden uzak geçirdiği her gece
Leyla'yı daha da büyüttü.
Bazı geceler gözyaşlarını duyardık,
Öyle sessiz sessiz değil.
Hıçkırarak, bağırarak ağlardı.
Ama öyle sıkı kapatırdı ki kapılarını sarılıp da teselli etmek mümkün değildi Leyla'yı.
O ağladığında, mahallece kör, mahallece sağır olurduk.
Gittiğinde de öyle yaptık.
Soranlara "görmedik" dedik.
Oysa ben oradaydım,
Çocuğu da arkasında.
Demliğe su çekmiştim,
Çayınızı birazdan getirsem olur değil mi?
Şiddet?
Evet o da vardı.
Şöyle diyeyim hatta ...
Leyla'nın şiddet görmesi,
Bu mahallenin en büyük ayıbıydı.
Ama O zamanlar öyleydi.
Kol kırılır yen içinde kalırdı.
Leyla neyse de en çok çocuğa üzülürdük biz aslında.
Arayanları yok, soranları yok...
Başta koca yok...
Üstte başta bir şey yok...
Belki dolapları bile koca bir "yok"...
Borçtan kapanan ışıkları da bir çeşit "evde yok"luk...
Hakikaten, şimdi bile utanıyorum,
Pişen iki kap yemeği bölüşemediğimiz günler aklımıza geldikçe.
Ama yok ya! Gerçekten, suç bizde değil ; Leyla'daydı.
Öyle dik durdu ki, sanki o evin hanımı biz de onun dilencisiydik.
Onun belini büken de ne açlık ne yokluk oldu zaten.
Aldatıldığı da koymadı belki ,
Şu şiddet olmasaydı.
Erhan, koca Dünya'nın faturasını Leyla'ya ödetmeseydi..
Leyla; yine de gitmez,
O çocuk da öyle arkada kalmazdı...
Ama gitti.
Dediler ki sonradan
Çok öpmüş koklamış yavrusunu...
Bir keresinde bir ip bile geçirmiş boynuna...
Her nasılsa asamamış incecik bedenini...
Balkondan atlayacaktı dediler, atamamış ayağını...
Bir kaç kez mektup yazmış bırakmış.
Ama Leyla bu.
Annesi intihar etti desinler istememiş kızı için.
Çay getireyim mi?
Getireyim, getireyim.
Olmaz öyle kuru kuru..
Leyla, gittiğinde 32 yaşındaydı.
Kızı da 12.
Ne büyük ne küçük.
Kapıyı açtı usulca,
Elinde yalandan bir valiz.
İçine ne koysan sığmayacak,
bir insan ömrüne yetmeyecek,
akılda hep "acaba onu da koydum mu?" sorusunu bırakacak cinsten...
Arkasına hiç bakmadı Leyla, Allah var.Nasıl açtıysa, öyle de kapadı kapıyı..
Elinin sıcağı, yüreğinin ağrısı kaldı kapının eşiğinde...
Öyle bir büküldü ki kolu geriye..
Ben gördüm...
Oradaydım...
Annem gittiğinde 32 yaşındaydı.
Ben ise 12.
Hiç anlamaya çalışmadım onu,
Çalışsam da olmazdı.
Ben annemin 1.65 boyu, kumral saçları olarak kaldım o evde...
Kızmadım,
Annemin gidişi ; yakamdaki zümrüt taşlı bir broştu...
Hıçkırıklarından süs,
Morluklarından ruj yaptım kendime...
Leyla,
Nereye giderse gitsin..
Leyla'ydı işte..
O, tüm hikayelerin en güzel kızıydı....
Bu yüzden ; şimdi öldü demeyin bana...
Henüz değil.
Şu an değil..
Anlayamıyorsunuz değil mi?
Nicedir ne annem bu kadar 32, ne de ben bu kadar 12'yim..
Ve ölüm , bu hikayenin sonu değil....


Yorumlar
Yorum Gönder